Mehmet Uruk

Allah,insanı iddasından vurur.

  • Biraz intihar çokça baş sağlığı|26 Şubat 2023

    Taşıdım kara gençliği yıllarca yüzümde, bu yaşıma geldim
    ölmedim. Ölmekten umudumu kesip yara aracılığıyla
    kanadım. Kelimelere dökülen kanlarla kaplanıyor hayatım.
    Amacım yeryüzüne büyük geldi, bırakıyorum.
    Gerçekleşmeyi de ummuyorum artık, öylece yarıda kalmak,
    unutulmak istiyorum, en anlamlı konuşmaların unutulduğu
    gibi. Soğukluğun en manalı yerinde damarlarım da dolaşan
    o vahim his ele geçirdi beni. Buradan dönüş yok, olması
    gerekenin canı cehenneme,ilgilenmiyorum artık, olmaması
    gerekenlerle dolu üzerim. Yüreğimde ayak basılmadık yer
    kalmadı, bütün acı hisler, soğukluk,karanlık, ne varsa hepsi
    tepindi üzerinde. En acı yerdeyim kendi içimde, içimde
    durmanın imkânı yok, kendimi ilk fırsatta atmaya
    çalışıyorum,hem aklımdan hem de yüreğimden dışarıya. Çünkü
    kaldıkça yara alıyorum umudumdan. Kara görünmüyor ve
    ben çoktan su almaya başladım. Bu uçsuz bucak olmazların
    içinde hangi imkâna sığınırım bilmiyorum. Çabalamayı
    bırakıyorum, boşa kürek çekmektir bu, biraz intihar çokça
    baş sağlığıdır.

  • Birbirimizi kaybederek başlıyoruz hayata, kayıplara karışıyoruz sonra. |29 Ekim 2022

    by

    Mukadderat okşuyor başımızı.
    Her musibette damağımız kaşınıyor, tadımız kaçıyor.
    Yaraya üflüyormuş gibi yapmak bu çağın insanından fayda gelmeyeceğinin en büyük kanıtı. Merhametsiz ve sahtelikle örülmüş dünyanın tavırları gerçek değildir.
    Çok geç öğrendim, bu faydasız randevudan bir şey çıkmayacağını.
    Yaralardan yapılma birisi için yaraya üflenilmesinin pek bir kıymeti harbiyesi yoktur.
    İnsan insanın kurdudur diyen Thomas Hobbes’a mı kulak vereceğiz yoksa, insan insanın ümididir diyen İsmet Özel’e mi?
    Konuya nereden bakacağımızın önemi pek mühim.
    İnsanı bir yurt olarak görmek yüksek bir kavram, yüksek bir mertebe ve bu yükseklik baş döndürüyor, kimse yanaşmıyor.
    Ve bu yurttaşlık çok uzak ihtimal olarak görülüyor.
    İhtimallere demir atmaya alışkın olan insanımız için çok da umutsuzluğa düşecek bir vuku değil.
    Çünkü düşünce kalkmayı meslek edinmek gibi bir de işsizliğimiz var.
    Bu minvalde gidilecek mesafe çok değil.
    İnsanın kurt olduğu kanısı da uzak değil.

  • Söküğe Katılan Dikiş|31 Mayıs 2022


    Terzi bile dikemezken kendi söküğünü,neyin çabası bu, neyi düzeltmenin yorgunluğu.
    Yorgunluklardan yapılma sayılırız artık, üzerimizde kabuk tutmuş bir bitmişlik…
    Canımıza değen ne varsa içimizden geçti.
    Gelip geçti, gidip geçti, delip geçti!
    Bir hançer ucu ağrısıyız artık dudaklarda.
    Genişliyor yorgunluğumuz, üzerimize düşen ne varsa ağırlık oluyor, kalkamıyoruz.
    Çünkü insan ağırlıkların hepsini kaldıracak kadar güçlü değil, kas gücü yetmiyor bu ağırlıkları kaldırmaya.
    Bazen susuyoruz, en çok sustuğu zaman yorulur insan.
    Birisine kendini anlatamadığı zaman, verdiği çabaların karşılıksız çek gibi kaldığı zamanlarda yorulur.
    Şimdi en çok yalnızlığı özlüyoruz, içimizi deprem gibi yerlebir eden o yalnızlığı…
    Yalnızlık bir yankıdır çünkü, duvarlarımıza çarpıp geri gelen.
    Düşünüyoruz en çok, bunun için mesaiye bile kalıyoruz zaman zaman.
    İnsanın kendini dinlemeye fırsatı kaldığı zaman anlıyor, o zaman anlıyor yalnızlığının büyüklüğünü.
    Bu çağ, bu zaman, bu insanlar huzur barındırmıyor.
    O yüzen kendi içine kaçıyor insan.

  • Yara Durumu |22 Mayıs 2022

    Hayatımız hakkında kirli evraklar karalanıyor.
    Ne umut kalmıştır, ne de bir çift söz.
    İnsan bu ya hafife aldığı her şey ağır bir yük olur omuzlarına.
    Sen ne dersen de bu ezilmiş omuzlar çok konuştu benimle.
    “Ben kazandım” dediler “ben!”
    Üstümüzdeki ölü toprağı bir türlü kaldıramadık, amansız bir şekilde yattık o karanlık çukurda.
    Bir yardım eli mi?
    İnsan…
    Yardım gelecek yerler menfeate bakar.
    Kimse üzüntüne, sıkıntına kürek çekmeyecek.
    Bu yolda kürekleri hep kırık olacak insanların.
    Dünyanın sesi kulaklarımı acıtıyor, dünyanın gözleri beni ürkütüyor, dünyanın eli yakama yapışmış bırakmıyor.
    Ben kurtulmak istedikçe dibe çekiyor, gücümü topluyorum son bir hamle yapıyorum, yine vuruyor tokadı suratıma.
    Karşı yamaca varmak için yaptığımız salları bir bir kırdılar, boğulurken gülmek için bir zaferdi bu onlar için.
    Ben kazandım dedi ben!
    Haklısın sen kazandın!
    Bu kadar güzel gülme yüzüme hayat, arkanı döndüğün an fiyasko.
    Boşuna yazılmadı şiirler, yazılar, romanlar…
    Hepsinin içinde bir yenilgi, hepsinin içinde bir bitmişlik.

  • Dünyaya alışmak mı, dünyayı yadırgamak mı? |22 Mayıs 2022

    Yol üzerinde başlayan sevdalar büyüyor içimizde önce, sonra konuşuyoruz o hisle.
    Ağzımızdan çıkanlar, içeride gönül fabrikasında üretiliyor.
    Yaşamadan, yanmanın bilinciyle kavruluyoruz farklı coğrafyalarda.
    Üzerimize basıp geçilen ayakları seviyoruz çoğu zaman, onların ezdiği yerleri seviyoruz.
    Ezilmiş bir toprağı sevmek bizi fazla cüretkar bir sevdalıya dönüştürüyor.
    Çünkü ezilmiş her şeyde biraz keder vardır.
    Çünkü ezilmişlik aslında bazı şeyleri yaşayamamaktır.
    Gidiyoruz bilinmeyen topraklara, oraları seviyor, oralara ait olmaya, oralarda kendimizi bulmaya…
    Bulamıyoruz, çünkü nerede başlıyorsan hayata, oranın yükünü de sırtında gittiğin yere götürüyorsun.
    Çok karanlık yollardan geçtik, çok badireler atlattık, ne zaman bir hendeği geçmeye kalktıysak ayağımız burkuldu.
    Burkulmak sadece ayakta veya bilekte olmuyor gerçi, bizim içimiz burkulmuş kimsenin içine tam olarak ilişmememiz bundan, çünkü burkulmuş bir yüreğin sızısı derin olur.
    Cümleleri dökmek kolay da toplamak zor.
    Dağıttıkça düzene sokmak o kadar zorlaşıyor.
    Bizim içimiz terkedilmiş köyler kadar sessiz, boşuna!
    Bağırmamız boşuna, nefesimizi yormamız, gırtlağımızı patlatmamız boşuna…

    İsmet Özel’in de dediği gibi “Biz bağıracağız, birileri hiç duymayacak, hep aynı hikâye.”
    Bir yerde “aşk bir yanlış anlaşılmadır.” diyordu. Hayatın kendisi bir yanlış anlaşılma aslında.
    Biz hayatı çok yanlış anladık, hayatın içinde olanları fazla sahiplendik, çok kafa patlattık elimize geçirebilmek için, bize ait olmayanları bizimmiş gibi benimsememiz, hepsi bir yanlış anlaşılma.
    Yanlış anlaşılma insanın içinde başlar ve dışına doğru yayılır.
    Bu bir hastalık gibidir.
    Yayılma ne kadar hızlıysa insanda o kadar yanılır.
    Yayılma ve yanılma birbiriyle doğru orantılıdır.
    Matematik dahil olduysa konuya, bir artı birin iki olduğu konusu da bir yanılgıdır.
    İki insan birleşince nasıl iki etmiyorsa matematik de bu konuda boş bir hesaplamadan ibarettir.
    Bazen bir artı bir iki etmez, iki yarım eder.
    Yarım kalışlarımız bu konuyu aydınlığa çıkarıyor.
    Uzun susuşlardan çıkan seslerin var olduğu gibi.
    Susuşlar çok seslidir, ama kimse duymaz.
    Duymak için kulak açmak yetmez, kalp açmak gibi konu dışı edebiyat da yetmez buna.
    Duymak, çok susmaktan doğmuş ölü bir çocuktur.
    Derinlere gömülmüş olanlar bunu iyi bilir.
    Çünkü Kuytuların sakladığını çoğu kimse göremez.
    Bir aldanış hikayesi yazmıyorum burada.
    Bu yazının konusu; hep bir yerlerde eksik kalmaktan çıkmış, kartuşu bitmiş bir yazıcı.
    Anlaşılmamak belki bundan.
    Okunmamak…
    İnsan okumak hiçbir okulda, hiçbir öğretmen tarafından öğretilmez, hiçbir araç gereç bunu öğretmez.
    İnsan okumak eskiden kalma bir alışkanlık, eskileri nasıl toprağın altına gömüp eve gelip yaslarını tuttuysak, bu alışkanlıklarda o eskilerle birlikte gömüldü.
    Diriltilemez, tekrar topraktan geri çıkarılamaz.
    İnsanlar eskileri, bir günah gibi gördüğünden, eskimişleri çöpe attıklarından, onları değersiz gördüklerinden, bu çağ açan değeri değersiz gördüklerinden, bu esaslı okuma işi ayıplara karıştı.
    Şimdi kimseden beklemiyorum bu değerleri baş tacı yapmasını.
    Devir değişti, devir kötü, devir zalim, devir kıymetsiz.
    İnsanlarda öyle.
    Bu kabiliyetsiz, cibiliyetsiz duruşları kim adam ettiyse, bizim gözümüzü nasıl böyle boyayıp tekrar üzerine o kıymetli boyayı vurmak bir ayıp gibi göründüyse şimdi insanlığı yüceltmek de o kadar ayıp.

    Vesselam…

  • Yeniyi getiren |22 Mayıs 2022

    Durgunlukla başlayan ve dalgalarla devam eden bir sarsıntı.
    Ruh sarsıntısı, ani gelen bir aydınlık ve uyanma.
    Damarlarda dolaşan bilme isteği bizi kurcalamaya, düşünmeye, çabalamaya götürüyor ağır adımlarla.
    Peki biz neyi bilmek istiyoruz muayyen bir şekilde?
    Kendimden yola çıkıp yeni ben’e varacak olmayı hedefleyen şuanki ben için, bilmeyi bilmek istiyorum.
    Dalgalar durduğunda ilk yapacağım şey karaya oturmak oraya demir atmak olacak.
    Çünkü fırtınalı zamanlarda baş ettiğim, zahiri ve görünmeyenlerle çıktığım harp sonucu bu demirlenmeyi hak ettiğimi düşünüyorum.
    Çünkü bir yere demirlenmeyi istemek, orayı merakla başlar.

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın